Kulak verilmesi gereken haberci…

İş yeri stresi hem çalışan hem de işveren tarafından elle tutulan somut bir kavram olmadığı için pek önemsenmez. Fizyolojik rahatsızlıklarımız olduğunda, doktorların herhangi somut bir hastalık bulamadıklarında sığındıkları bir liman gibi görürüz stresi… Doktor “stresten uzak durun” dediğinde güleriz ve hastalığımızın nedenlerini araştırmayı tam da o noktada keseriz. İsteriz ki, elle tutulur bir şeyler söylesin, ilaç versin, 5 gün sabah-akşam yemeklerden sonra birer tane alalım ve tüm sorunlarımız hallolsun. Hiç bir zaman olmaz. Çünkü asıl sorun hala orada duruyordur. Genellikle sorunun neden olduğu belirtileri keseriz ve sorunun da halledildiğini düşünürüz, mutlu oluruz. Aslında “kulak verilmesi ve ciddiye alınması gereken bir habercidir” stres…

Peki  iş yerlerinde stres nelerden oluşur? Hangi durumlarda ortaya çıkar? İş yeri stresleri de, sadece doktorların somut hastalık bulamadığı zamanlarda sığındıkları bir liman mı? Sabah akşam birer tane hap alınca geçecek mi?

Öncelikle işyerlerindeki fiziksel koşulların bozukluğu, stresi doğuran en önemli ve somut nedenlerdendir;

Gürültü, aşırı sıcak veya soğuk ortamlar, yetersiz havalandırma, yetersiz ışıklandırma veya yeterinden fazla ışıklandırma veya  işin doğası nedeniyle zehirli gazlar ile çalışmak, çok seyahat etmek, vardiyalı çalışma her zaman iş yerinde stresin başlıca nedenleri olarak gösterilir.

Bunun yanı sıra, çalışanın rolündeki belirsizlik yani kendinden ne beklendiğini bilmemek, çatışan farklı kişiler arasında kalmak, rol çatışmaları yaşamak, kendi rolü ile diğerlerinin rolünün çatışması, birbirine girmesi, sorumlulukların tam olarak belirlenmemesi gibi örgütsel rol karmaşasının yanı sıra organizasyon içi adaletsizlik, çalışanlar arası yardımlaşmanın olmaması, açık olmayan iletişim gibi kurum kültürünün getirdiği stres de iş yerlerinde en çok görülen stres nedenleridir.

Kişinin yöneticisi veya çalışma arkadaşları ile uyum sağlayamaması, çalışma hızının ve/veya tarzının farklı olması, köstekleyici ilişkilerin ve gizli saldırganlıkların varlığı, zor kişilikli çalışanların bulunması veya zor kişilikli yöneticiler ile çalışmak zorunda kalmak gibi başlıca organizasyon içi stresi doğuran olumsuz ilişkilerin varlığı, diğer önemli nedenler arasında yer almaktadır.

Bu saydığımız tüm stres nedenleri ortadan kaldırılmış bir organizasyon içerisinde stres yok mudur peki?

Elbette vardır. Kişinin kariyer gelişimi ile ilgili kaygıları da iş yeri stresini yaratır. Terfi etmeyi hak ettiği halde edemediğini düşünmek gibi bir neden olabildiği gibi tam aksine bazen terfi etmek bile stres nedeni olabilir. İşi kaybetme korkusu yaşamak, performans değerlendirmelerdeki adaletsizlik ve emeklilik gibi konular da kişinin kariyeri ile ilgili strese girebileceği unsurlar olarak yer almaktadır.

Bir de bunlara, kişinin kendisi ile ilgili, biyolojik sorunları, maddi sıkıntıları, kişisel duygu durumu, yaşam tarzı, aile ilişkileri, ulaşım sorunları, toplumsal ve teknolojik gelişmeler de girdiğinde stressiz bir ortamın varlığının mümkün olmadığı daha da net görülmektedir.

İş yaşamında strese giren kişilerin; baş ağrısı, uyku bozuklukları, sırt ve bel ağrıları, mide sorunları, yeme bozuklukları, kas ağrıları, yüksek tansiyon veya olağandan fazla sigara alkol kullanımı gibi fiziksel sorunları olduğunu herkes bilir.

Ama birden öfke patlamaları, özgüven azalması, asabiyet, gerginlik, tedirginlik, korku halinin artması ve gereğinden fazla  endişelenmeleri  çalışanın kendisinin fark etmesinin daha zor olduğu duygu durumu değişiklikleridir.  Ancak, kişinin çalışma arkadaşları, yöneticisi veya iletişimde bulunduğu iş çevresinden şikayetler geldiği zaman kişi bunun farkına varabilir.

Konsantrasyon güçlüğü, unutkanlık, verimsiz çalışma, karar verememe, hatalı iş yapma, muhakemenin zayıflaması kişinin daha çok kendisinde fark edebileceği zihinsel değişimler olarak öne çıkar.

Genel olarak insanlara karşı güvensizlik, başkalarını suçlamaya başlamak, devamlı savunma halinde olmak, insanlarda hata aramak, rencide edici sözler sarf etmek, kişinin toplum ile arasının giderek açılmasına neden olur. Ve stresin kişinin çevresine en çok zarar verdiği noktada, kişi artık yalnızlaşmaya başlar.

Evet, organizasyonlarda stres belirli bir noktaya kadar performansı arttırır. Ama bu bıçak sırtı gibi ince bir çizgidir. Belirli bir seviyeden sonra performansı düşürür, kişiyi önce çevresinden sonra da devam ederse en yakınlarından uzaklaştırır.

Organizasyonların performansı çalışanların stres yoğunluğu ile doğru orantılıdır.

Bir organizasyonda, fiziksel rahatsızlıklar arttığında, yöneticilerin stresin yoğunlaştığını anlamaları gerekir.

Bunun gibi, insan kaynakları çalışanlarının çok bahsettiği çalışan devir hızının da yükselmeye başlaması, organizasyondaki stresin arttığını gösteren parametrelerdendir. Sürekli stres altında çalışılan bir kurumda, kurumun bir bütün olarak hareket etmesi mümkün olmaz. Bu da bir süre sonra iş doyumunu azaltır. Çalışanların yeteneklerini kullanma olanağı hissetmedikleri, kariyer gelişimlerinin tıkalı olduğunu gördükleri, otokratik düzenle yönetilmeye çalışılan bir işyerinde, motivasyon; uzun soluklu olmaz. Bu nedenle de işten ayrılmalar, olduğundan daha kısa sürede gerçekleşir. Uzun yıllar hizmet verenlerin sayısı giderek azalır. Kurum hafızası azalmaya, bu da ardından sık aralıklarla aynı hataların tekrarlanmasına yol açar. Bir de bakarsınız ki, organizasyon aynı hataların içerisinde debelenerek, gününü kurtarmaya çalışıyor ve günden güne eriyor.

Bir organizasyonda stresin arttığını en hızlı şekilde, çalışanların stresli ortamdan uzaklaşmak istemeleri ile görürsünüz. Bunun için de, hafif baş ağrılarını, en ufak baş dönmelerini bahane ederek işe devamsızlık oranını  arttırırlar. Duygusal tepki artar, isteksizlik yoğunlaşır, suratlar asılır, tartışmalar çoğalır, birbirini suçlamalar artar, kuruma yabancılaşırlar. Strese bağlı sebeplerden hipertansiyon, ülser gibi hastalıklar çalışanların devamsızlık yapmasına neden olur.

Araştırmalara göre, devamsızlıkların %40’ının stresten kaynaklı hastalıklardan kaynaklandığı  görülmüştür.

Organizasyonların stresle baş edebilmesi ve stresten tamamen arınması elbette mümkün değildir. Fakat stres oranını elinden geldiğince azaltması organizasyonel verimliliği arttırıcı unsur olacaktır.

Organizasyonların genel politikaları, yapısal bozuklukları ve  fiziksel ortam yetersizliklerini iyileştirmek ellerindedir. Adaletli performans sistemi yerleştirmek ve kişiler arası katılaşmış ilişkileri çözebilmek organizasyonel stresi önleyici en önemli unsurdur.

Zamanı etkin kullanabilmek, etkin toplantı yönetimi yapabilmek, işlere gerektiği kadar zaman ayırabilmek, hızlı karar verme yetkinliği, ilişkilerde olumlu yaklaşım tarzı benimsemek aynı nitelikteki işleri bir arada yapacak şekilde gruplamak, fiziksel egzersizler ve rahatlama teknikleri uygulamak çalışanlar için stresi azaltıcı önlemler içerisinde olacaktır.

Yöneticiler ise; ayrıntılar ile çok uğraşmamalı, astlara yetki devredebilmeli, çalışanlar arası çatışmaları önleyici düzen kurmalı, örgütsel rolleri iyi belirlemeli, adil ve etkin değerlendirme yapabilmelidir. Zaten “yönetmek” de bu değil midir?

Share Button