Una Notte A Napoli!

Ben Napoli’ye gittim.

Evet evet gittim. Aranızda gitmiş olanlar var ise, neden böyle bir tuhaf başlangıç yaptığımı anlarlar sanıyorum.

Bilmeyenlere de anlatayım.

Öncelikle bir Pink Martini hayranı ve nedense italyanca hastalığı olan biri olarak, “una notte a Napoli” şarkısını çok severim. Ve bu bende hep bir Napoli’ye gitme isteği uyandırmıştı.

Dedik; hayallerimizin peşinden gidelim ve Napoli’yi görelim.

Şöyle söylemek isterim, cümlenin tam anlamı ile Napoli ANLATILMAZ YAŞANIR…mış…

Öncelikle internetten edindiğim izlenimler hep kapkaçın olduğu bir şehir olarak lanse edilmesi ve pasaportlarımıza, paramıza ve telefonlarımıza dikkat etmemiz gerektiği idi. Biz delikanlı Istanbul’lular zaten alışık olduğumuz bir uyanıklık içerisinde sorun yaşamayacağımızı düşündük ve çok şükür yaşamadık da…

Ama

Ama Napoli’ye giderken Roma’dan bindiğim tren bana aslında her şeyi anlatıyordu fakat ben anlamak istememişim. Tren, siz deyin ikinci dünya savaşından ben diyeyim birinci dünya savaşından kalma bir trendi. Bildiğiniz o kovboy filmlerinde falan gördüğünüz karşılıklı oturulan kompartımanlarda tanımadığınız insanlarla diz dize gittiğiniz türden .. Ucuz tren bileti alırsan olacağı budur şeklinde oturduk 1,5-2 saatlik yolculuğumuza başladık. Karşımızda tren gürültüsünü de bastıracak düzeyde bağırarak konuşan İtalyan’lara “ay ne şeker şeyler aynen bize benziyorlar” diye bakarken 2 saatin sonunda müthiş bir baş ağrısı ile indik trenden…

Napoli

Ahhhh Napoli !!!

Pis, karanlık, daracık sokakları, salkım saçak sallanan çamaşırları ile Tarlabaşı’nın en kötü sokaklarından farkı olmayan hatta birçok noktada tarlabaşından bile kötü bir manzaraya sahip Napoli !!!

Etnik, farklı, tam fotoğraflık diyenleriniz olacaktır biliyorum.

Fakat, gerçekten herkesin gidebileceği bir şehir değil.

New York ara sokaklarında –hani filmlerde salkım saçak çöp sarkan kutuların arasında ceset bulunan türden olanlarından bahsediyorum- bile bu kadar kötü olmamıştım. Çünkü caddeye çıkıverdiğiniz anda tüm dünyanız değişiveriyordu. Ama Napoli’nin şehir merkezinin tamamı bu şekilde…Çıkabileceğiniz temiz bir caddesi yok.

Dar sokaklar çöp kutuları ile çöp kutuları ve etrafı çöplerle dolu. Yerlerde şişeler, sigaralar, poşetler…

Vızır vızır kafası kesik tavuk gibi gezinen Napoli’li Vespa’cılar…

Her tarafı çarpık çurpuk ufak tefek arabaları ile daracık sokaklarda hız yapan şoförler…

Arabalarını tamir ettirmediklerini çünkü hemen akabinde zaten çarptıklarını da internetten okuduğum için hiç garibime gitmemişti.

Nasıl, bazı az gelişmiş ülkelere giderken bazı aşılar olmanız gerekiyorsa Napoli’ye giderken de, şık, lüks giyimli olmamanız ve değerli takılarınızı çıkarmanız gerekiyor.

Orjinal italyan çantalar almak isterseniz, çok ucuza alabilrsiniz, 20 €’a Burberry çanta bulabilirsiniz. Taklit olduğunu sanmayın hepsi gerçek sadece çalıntılar o kadar…

Yemesi, içmesi, giyimi ucuz bir şehir. 6 €’ya yarım şişe şarap ve Margarita Pizza bulabiliyorsunuz. Hadi pizzayı biraz daha pahalılaştıralım en fazlası 12 €…Pizzanın tanesi 100 kg’luk bir Türk erkeğini doyuracak büyüklükte. Tecrübeyle sabit…

Ama dolaşırken sanki bir bilgisayar oyunundaymışınız gibi. Her atlattığınız tehlike bir LEVEL atlamanıza neden oluyor, hotelinize döndüğünüzde “ohh çok şükür bugün de yaşıyorum” diyorsunuz, her tehlikelerden uzak yaşadığınız gün boyunca puan kazanıyorsunuz. Tüm günü atlattığınızda ise size hediye veriliyor. Her zaman süprizlerle dolu kapısından girdiğinizde koca koca avluları, avlularında ağaçları, ortasında küçük havuzları olan binalar, ucuz pizza ve şarapları ile her zaman gülümseyen bir yüzü var Napoli’nin… bu size kazandırdığı bir puan. Ama hotelinize girerken çok yüksek kale kapısı gibi iki kanatlı ve ağır bir kapının belli bir saat sonra kilitlenmesi ve zili çaldıktan sonra açılıp uzun bir büyük taşlı avludan geçip ikinci demir kapıya geldikten sonra tekrar zile basmanız ve kapının açıldıktan sonra hotelin bahçesine girmeniz biraz zaman alsa da, derin nefes alıp, kendinizi güvende hissetmenize sebep oluyor.

Tüm bu hırsızlık olaylarına karşı kendimi ne kadar kastıysam da bir o kadar Istanbul sokaklarında asla olamayacağım kadar başka bir rahatlıkla Napoli sokaklarında dolaşmanın rahatlığını sonuna kadar kullandım. Nasıl giyindiğinizin, nasıl göründüğünüzün asla önemli olmadığı, ayağınızda terlikle, üstünüzde Türkiye’de sadece belli deniz görmüş yerlerde giyebileceğiniz kısalıkta şortunuzla, askılı bir penye ile dua edilen kliseleri hariç, her saat her yerde olabilirsiniz. Size göz ucu ile bile bakan yok, kimsenin umurunda değilsiniz.

Bir daha gider miyim bilemiyorum, Dünya büyük, görülmesi gereken çok yer var. Ama daracık pis sokaklarında kucaklarında bebekleri ile bar kapılarında içki içip arkadaşları ile muhabbet eden, sırf pizzası güzel diye her akşam Pizzeria Sorbillo önünde 1 saat ayakta bekleyip sıkış tıkış çöplere bakan manzarası ile pizza yiyen, cadddenin bir ucundan bir ucuna avazı çıktığı kadar arkadaşına seslenip sadece bir el sallayıp sonra da yoluna devam eden, yemek yerken yanınızda otururken ingilizce veya italyanca bildiğinizi anladığı anda size yemek tavsiyelerinde bulunan, pizza salonunda yemek yediğiniz yaşlı işletmecinin parayı öderken aynı zamanda maç seyreden ve “gördün mü napoli takımı, milana nasıl gol attı” diyen, otobüs şoförleri sonuna kadar gaza basıp, kırmızı ışıkta durmadan kendini yollara atan önüne araba çıktığında köküne kadar frene basan, hiç bir şekilde o pisliği görmeden yaşamın sanki sadece Napoli’den ibaret ve sadece bu olabileceğine inanmışlıkları, yüzlerinden gözlerinden anladığınız Napoli’ler….farklı bir bakış açısı kazandırıyor hayatınıza…Hele de hayata karşı kendinizi çok sıkı, katı ve dik tutuyorsanız, tam tersi de olabiliyormuş dedirten cinsten bir açı kazanıyorsunuz. Hayatı bu kadar ciddiye almadan da, sınırlar çizmeden, duvarlar koymadan da, hayatı yaşayabilen insanların varlığı size umut veriyor.

Share Button