Küçükken düşünce okuyan TV kahramanları gördüğümde çok heveslenir, onlar gibi olabilmeyi hayal ederdim.
Biraz daha büyüyünce, aslında düşünce okumanın o kadar zevkli olmayacağı üzerine düşünmeye başladım. Öyle ya, karşındakinin hep iyi şeyler düşündüğü gibi bir hayalimiz vardır çocukken…
Şu anda ise bunun insanı aslında ne kadar mutsuz ettiğini görüyorum. Ha, düşünce okuyabiliyor muyum? Hayır…
Ama bir nebze ona yaklaştığımı hissediyorum. Ortamın havasını koklamak, ona göre karşındakinin dediklerini, demek istediklerini ve söylemediklerini tahmin etmek !!!
Küçüklüğümden beri düşünce okuma oyunlarımın doğal bir uzantısı haline geldi. Artık bu bende bir refleks ve çok da fazla yanılgıya düşmediğim bir özelliğim haline gelmeye başladı.
Güvendiğim, dostluğundan hiç bir zaman şüphe duymadığım arkadaşlarım için bunu daha çok, onların lehine kullanıp bazen demek istediklerini anlayarak bazen de konuşmadan sadece yanlarında olduğumu hissettirerek, bazen de anlamamış gibi yaparak, onların yanımda huzurlu ve güvende hissetmelerini sağlamaya çalıştım.
Ama ya diğerleri?
İşte içimi acıtan, sıkan tarafım hep bu tarafım oldu. Her zaman sırtımı sağlama almam gerektiğini düşündüğüm insanların yanında bu özelliğimi onlara karşı kullandım.
Demek istedikleri ile dedikleri birbirinin tam tersi insanları gördükçe, bu tiplerin ne yapmaya çalıştıklarını fark ettikçe, bu insanların aslında ne yöntemlere başvurduklarını ve başvurabileceklerini anladıkça, her zaman insanlık adına hayal kırıklığına uğradım. Eskiden şaşırırdım. Artık pek şaşırmıyorum.
Yalanın ve iki yüzlülüğün boyutları inanılmaz derecede kendi bünyeleri ile bütünleşmiş bu insanları tanıdıkça, artık atacakları diğer adımları da onlar gibi düşünerek tahmin edebiliyorum. Belki çok iddialı olacak ama maalesef çok büyük bir oranda da haklı çıkıyorum. İşte bu yüksek orandaki sezgilerime güvenme konusunda kendime yıllardır yaptığım testlerden sonra, bunu neden her zaman yanımda olan insanlara kullanmıyorum, diye düşündüm.
Ve sezgilerimi, öngörülerimi bu tip insanlar karşısında tehlikede olduğunu gördüğüm insanlar ile paylaştım. Bu noktada ise gördüğüm insanlığın bambaşka bir tarafı idi ve beni asıl şaşırtan da buydu.
Bir kısmı bu tip insanlara karşı uyarılarımı dikkate aldı ama bir kısmı ise bunu ya “kadınsal sezgiler” ya “komplo teorileri” ya da “kendini mutsuz etmekten başka bir işe yaramayan saçma sapan düşünceler” olarak görmeyi tercih ettiler. Her defasında ön görülerimin çıkmaması için dua etmiş ve yanılgıya düşmek için karşı tarafın yaptıklarına hep bir bahane bulmaya çalışmış olsam da, bu hiç bir zaman gerçekleşmedi. Ve bazı dostlarım, öngördüğüm ama bir türlü anlatamadığım tehlikelere maruz kaldılar, kalacaklar da…
İşte bu noktada hep babamla yaptığım bir sohbet gelir aklıma. Bir gün yine bu tür bir durumda kaldığımda kendisine “keşke beni bu kadar olaylara farkında biri olarak yetiştirmeseydin, köyde hiç bir şeyden habersiz bir kız olsaydım daha mutlu olurdum” diye yakındığım sırada, babam bana; “o zaman da, seni istedikleri bir adama vermeye kalkarlardı sen yine kavga ederdin köy ahalisi ile…” dedi.
Herkes kaderini kendi yaratır.
Benimki de, sanırım yeldeğirmenlerine karşı savaşmak…