Özgeçmişleri inceledim, binlercesinin arasından birilerini seçtim, bir dizi prosedürü göğüsledim, randevular, teyitleşmeler derken, nihayet görüşme saatine geldim.
Görüşme salonuna girmem ile gözlerimin fal taşı gibi açılması aynı ana denk gelmiştir. Hanım kızımız çingene pembesi 19 punto ayakkabılarını giymiş, üzerinde de kırmızı mini mini bir etek… Tam “göğüs dekoltesinin de hakkını vermem lazım” derken, gözüm saçlarına kaydı. Saçlar, “görüşmeden çıkıp Oscar törenine gidecek” makyaj ise “akşam da sanırım Gala’ya katılacak” dedirtecek gibi duruyorlar karşımda…
Bu hali ile karşıma oturdu. Bana uzun uzun, firmamıza katacağı değeri anlattı. Fakat gözümü ayakkabılardan kaçırsam, dekolteye yakalanıyorum, dekolteden kaçırsam, saçlara takılıyorum bir türlü toparlayıp, hanım kızımızın firmamıza katacağı değeri, hakkını vererek dinleyemiyorum. Tam kendi kendime ön yargılı davranma belki kızcağız, gerçekten işini iyi yapıyordur, diyorum. Ve devam ediyorum ;
-Okuldan mezun olduktan, iki sene sonra işe başlamışsınız, bu arada neler yaptınız?
-Takıldım.
-???
-Orada burada arkadaşlarla, seyahat falan işte, Avrupa mavrupa gezdim…
Ah ne güzel!!! Demek ki, kişisel gelişimi için imkanı varmış bir şeyler yapmış, değişik kültürler tanımış, hayata dair bir şeyler katmış kendine, diye düşünüp devam ediyorum,
-Nerelere gittiniz?
-Almanya’ya amcamlarda kaldım 1 hafta geldim.
-Anladım… İki senede, bir hafta amcanıza gittiniz, başka nereleri gezdiniz?
-Benim arkadaşım var Ayşe, sık sık ona giderim, birlikte vakit geçiririz…
-Peki! Öz geçmişinizde, çok iyi excel kullandığınızı yazmışsınız, excelde ne tür işlemler yapabiliyorsunuz? diye soruyorum, şansımı ve şansını zorlayarak…
-“Çok iyi kullanırım” diyor, “eski işimde tüm müşterilerin adres ve telefonlarını excelde tutuyordum.”
-Sadece müşteri bilgisi mi tuttunuz, formüller de yazar, tablolar hazırlar mıydınız?
-Formül derken? Toplama çıkarma falan diyorsunuz herhalde, yok yapmadım ama ben çabuk öğrenirim, merak etmeyin.
-???
Merak ediyorum da, merak ettiğim bu değil! Yanlış ilanı yayına verdim sanırım. Bu görüşmeden sonra hemen bir bakmam lazım. Bu hanım kızımızın bize katacağı değer konusunda fazlasıyla bilgilendikten sonra, diğer adayla görüşmek için sabırsızlanıyordum. Daha kötü ne olabilirdi ki?
Bu sefer, sanırım bir erkek aday ile karşı karşıyayım. Sanırım diyorum saçlar uzun, hem de beline kadar ama sakalı var, demek ki erkek… Yanlış anlaşılmasın, uzun saça karşı değilim, kadın veya erkek olsun sadece dağınık ve yağlı saçlara tahammül edemiyorum, böyle bir saç uzun olunca daha da göze batıyor, bir de iş görüşmesi şartlarında bu daha da rahatsız edici oluyor. Belinden düşen eski, yırtık pırtık bir kot, üzerinde “I’M HAPPY” yazan solmuş lacivert bir penye, ayaklarında yamuk yumuk basılmaktan harap düşmüş, bitsin bu işkence diye avaz avaz bağıran, rengi ruhsarı belirsiz bir spor ayakkabı…
Görüşme salonuna giriyor, sırtındaki yırtık pırtık çantayı yere atıveriyor. “harika en azından kendini evinde hissediyor” diye düşünüyorum.
Bir kaç karşılıklı konuşma sonrası bir ara;
-Çalışacağım firma kurumsal olmalı, diye ekliyor.
-Kurumsaldan kastınız nedir?
-Servisi olan bir firma…
-???
Bu konudaki sayısız seminerler, konferanslar ve yazılan kitaplardan sonra, kurumsal kavramına yeni bir anlayış getirildiğinin farkına varıyorum… “İşte kaçırdığımız nokta buymuş; demek ki, kurumsal olabilmemiz için, servis koymalıyız, bunu Genel Müdür’ümüz ile paylaşmalıyım” diye düşünerek notumu alıyorum.
Sonra bana anlatıyor; “giriş çıkış saatleri olmayacak, herkes istediği gibi giyinecek, istediği parayı alacak, izin mizin derdi olmayacak, istediği zaman izne çıkıp, istediği zaman işe gelecek, çok iyi yemekleri olacak, öğlen yemeklerinden sonra uzanıp dinleneceği bir odası olacak…” vs. vs. anlatıyor. İçimden “işte budur çalışmak istediğim yer” diye geçirirken buluyorum kendimi, uyanıyorum.
O devam ediyor;
-En önemlisi de kriz, mriz vız gelecek, işten çıkartmayacak elemanını…
-Son krizde asıl en kurumsal firmalar işten çıkartmalar yaptı, farkında mısınız? diye soruyorum.
-Hayır, mesela, ENİYİSİYİM Holding hiç işten çıkartma yapmadı, diyor.
-ENİYİSİYİM Holding’ e başvurdunuz mu? diyorum.
-Evet.
-Peki sonuç ne oldu?
-İşe almadılar, diye sonlandırıyor konuşmasını ve tabii benimle görüşmesini de…
“Arkadaşlar birleşti, bana kamera şakası yapıyorlar sanırım” diye düşünerek salonun tavanlarını, en gizli köşelerini gözden geçiriyorum. Küçük bir örümcek, gözlerini dikmiş bana bakıyor, o da şaşkın…
Profesyonel kelimesine ne oldu? İş kıyafetlerini kırpıp kırpıp yıldız mı yaptılar? Kurumsal kelimesine, yabancı kaynaklardan yeni bir kavram mı getirildi? İlk görüşmede, yeni mezun adayın “valla net 3.500 TL’den aşağı çalışmam” derken kullandığı ilaç nedir?
Acaba şimdi, birileri onlara “Heyy!!! rahat ol dostum, seni işe alacaklarsa böyle alsınlar” mı diyor?
Çay mı içsem kahve mi diye düşünürken mi, yoksa iki reklam arasında başka kanala geçerken mi kaçırdım bu değişimleri?
Kafamda binbir cevapsız soru ile oturuyorum bilgisayarımın başına, öz geçmişleri incelemeye devam ediyorum.