Bir kadın ve bir çocuk…

Güneşin pırıl pırıl parladığı bir yılbaşı sabahı idi.

20 yıllık çalışma hayatında ilk defa böyle bir karar vermişti. O sabah geç kalkacak, alış veriş merkezine gidecekti. Akşam misafir gelecek olsa bile o tek başına istediği gibi alış verişe çıkacaktı. Eve geldikten sonra yemek yapacaktı. Kararını vermişti. Hiç bir şey keyfini bozamazdı. Hatta evde bile kahvaltı etmemeye kararlı idi. Gidip alış veriş merkezinde canı ne çekiyorsa yiyecekti. Ilk defa, bir iş gününde, gündüz gözü ile o alış veriş merkezlerinin yılbaşı heyecanına tanık olacak, sakin sakin gezinecek, dilediği mağazaya girecek, dilediğine girmeyecekti. Tamamen keyfi bilecekti.

Kalktı, yavaş yavaş giyindi, hiç acelesi yoktu. Sıkışık trafik, yetişmek zorunda olduğu bir toplantı veya herkesden önce ofise girmek zorunda olduğu bir görevi yoktu o gün…

Çıktı, önce evine yakın bir marketten akşam için yiyecek alış verişi yaptı ki, mağaza mağaza gezerken elinde market torbaları ile gezinmek istemiyordu. Markete girdi. Hazırladığı listeyi çıkardı ve gerekli olan malzemeyi bir bir sepete koymaya başladı. Tam o sırada, bir kadının 4-5 yaşlarındaki bir erkek çocuğunu karşısına geçip, “Karnın aç değil miydi, hadi al bir tane bisküvi de gidelim” dediğini duydu. O sırada fark etti, genç karı koca ve ellerinden tuttukları 4-5 yaşlarındaki ağlamaktan gözleri şişmiş o erkek çocuğunu…Çok fazla önemsemedi önce ama duyduğu cümlede bir şey onu rahatsız etmişti. “Aç çocuğu neden bisküvi ile doyurmaya çalışıyor ki bu kadın” diye düşündü, o düşünceyle de, tekrar kafasını kaldırıp genç aileyi incelemeye başladı. Üstü başı pejmürde kadının yanında, “baba” diye ağlayan çocuğun elinden tuttuğunu görmese, daha 18’ine bile girmemiş diye düşüneceği kadar gençti adam…Ve çocuğa “annenin 2 milyonu var evladım” diyordu. Sonra düzeltti. “2 lirası var” dedi. Önce çocuğun arsız olduğunu ve bu nedenle ağladığını, babanın da, çocuğun her istediğini almak istemediği yani eğitmeye çalıştığı için böyle söylediğini düşündü kadın…

Keşke düşündüğü gibi olsaydı…

Kasada sıraya girdi, tam kadına sıra gelmişti ki, hemen arkasında genç çiftin geldiğini ve kadının elinde sadece bir adet topkek cinsi bir şey olduğunu gördü. Kendi sepetini kasaya boşaltmadan önce kadına “siz önden geçin, beni beklemeyin boşuna” dedi. Ama genç kadın, ezik bir tavırla “yok ben beklerim” deyince, pek de sesini çıkarmadı. Aldıklarını torbaya koydu, kredi kartını verdi, “şifresini girmesini” istedi kasiyer. Kadın şifreyi girdi, kasiyer kredi kartını ve fişi verdi, kredi kartını ve fişini çantasına sokuşturdu, torbalarını toplamaya başladı ki o sırada, genç çift kasaya biraz daha yaklaştı ve elindeki topkeki, kasiyere uzattı. Kasiyer barkodu okuttu ve “2,75” dedi. Genç kadın “2 liram var” dedi, kısık bir sesle…Kasiyer anlamsız gözlerle baktı, bu sırada küçük erkek çocuk mızmızlanmaya devam ediyordu. Kadın ise torbaları yüklenmiş marketten çıkmaya yönelmişti ama arkasından gelen sesleri duyuyordu hala…Genç kadın kasiyere “ben köşedeki çiçekçiyim 2 lira versem üstünü de sonra getirsem olmaz mı” dedi. Kasiyer market politikalarını uygulamakta direnerek “mümkün değil” dedi. Bunun üzerine genç kadın “o zaman bırakayım ben bunu” dedi. Elindekini kasiyerin önüne bıraktı. Çocuk mızmızlanma seviyesinden bir seviye daha yükseğe çıkmaya başladığı anda, anne sabırla “oğlum bizi tanımıyor abla, sonra alırız” diyerek artık ağlamaya başlayan ve o ağlama ile bağırma arasında “neden bıraktın, açım ben” sorusunu defalarca soran oğlunu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Kadın ise, marketten çıkmıştı ve ağlayan çocuğun sesini duyuyordu artık…

Bir süre marketin önünde durdu “ne yapabilirdim” diye düşündü. Markete geri dönüp, keki alsa ve çocuğa verse, gözünü çıkarır gibi olur muydu? Ah keşke sırasını verdiğinde genç kadın kabul etseydi en azından “tamam siz keki alıp gidin benim yılbaşı hediyem olsun çok tatlı çocuk” diyebilirdi. Ama o şansı da yoktu. Tüm bu düşüncelerin içinde ne yapacağına karar veremez bir halde kafasında “75 kuruş sadece 75 kuruş” düşüncesi dönüp duruken, evine doğru yol almaya başladı.

Torbaların içindekileri buzdolabına koydu. Evine şöyle bir göz attı sonra, o hayalini kurduğu günü yaşamak için yola çıktı. Hemen evin önünden bir taksiye atladı ve alış veriş merkezinin yolunu tuttu.

Ama taksi o sırada onu dolaştırıyor muydu, doğru yoldan mı gidiyorlardı, neredeydi hiç ama hiç farkında değildi. Aklı fikri o küçücük aç, olmayan 75 kuruş için salya sümük ağlayan, çingene çocuğunda kalmıştı. Kafasında bu düşüncelerle ve ne yapabileceğini düşünürken vardı alış veriş merkezinin o şaşalı kapısına…

Içeri girdi, kahvaltısını yaptı, mağazalara girdi, kendine ve sevdiklerine bir kaç parça hediye aldı. Bir yerde oturup kahve içti, dinlendi ve sonra eve dönmek üzere yine taksiye atladı.

Eve yaklaşırken, taksiyi genç çiçekcinin önünde durdurdu. Taksi şoförüne parasını verdi ve indi. Rastgele bir çiçeğin fiyatını sordu. Genç çicekçi kadın fiyatını söyledi. Her zaman çicekçilerle pazarlık edilmesi gerektiğini düşünen kadın, bu sefer çiçekçi ne diyorsa “tamam” dedi. Genç çiçekçi kadının çiçeği sarmasını bekledi. Elinde tuttuğu, çiçeğe vereceği paranın çok daha fazlasını kadının eline tutuşturuverdi, çiçekleri diğer eli ile aldığı sırada…

“Üstü ile de, ufaklığa bir şeyler alırsın yılbaşında, iyi seneler” dedi. Tam genç kadının gözünün içine bakıyordu ki, o birden parlayan aydınlık sevinci gördüğü gözlere daha fazla bakamayacağını fark etti ve hemen kafasını çevirerek, alelacele “iyi seneler” dedi ve hızlı adımlarla eve doğru yürüyerek uzaklaştı oradan…

Share Button