Sayın Murat Muratoğlu’na…

31 Ekim 2016 tarihinde Sözcü Gazetesi’nde okuduğum Murat Muratoğlu’na ait köşe yazısı nedeni ile kendisine 2 Kasım 2016’da yazdığım e-posta aşağıdadır. Konu ile ilgili beklediğim gibi herhangi bir geri dönüş olmadı. Fakat maalesef köşe yazısı hala sosyal medyada dolaşarak benim ve benim gibi bu mesleğe canla başla gönül vermiş meslektaşlarımın canını yakıyor.. Bu nedenle bu e-postamı sizlerle de paylaşmak istedim.

Murat Bey,

Okuyacağınızdan çok da emin değilim. Nitekim başka gazetelere başka köşe yazarlarına yazdığımda okunmadığımı biliyorum. Hiç Sözcü gazetesi yazarlarından birine üzüntülerimi bildiren bir mail yazmamıştım. Lakin gazeteniz yazarları, duruşu, çizgisi itibari ile her biri gazeteceliği layıkı ile yerine getiren insanlardır benim gözümde.

Sizin TÜRKİYE’DE İŞ BULMA SANATI adlı yazınızı okuduğumda şok geçirdim. Ve yanlış algıladığımı düşünüp tekrar tekrar okudum.

Yıllarımı insan kaynaklarının Türkiye’de yerini bulabilmesi, yöneticiler tarafından stratejik olarak kabul edilmesi ve yeni mezunlar da dahil işe alımlarda etik kurallar çerçevesinde hareket edilmesi üzerine verdim.

Sizin yazınızda yer alan insan kaynakları çalışanları yok mu var elbette, ama ben ve benim gibiler bu tür insan kaynakları çalışanlarının da kendilerini geliştirmeleri ve bir nebze olsun farkındalık geliştirmeleri için elimizden geleni yapıyoruz.

Yazınızın, benim gibi hak, adalet ve insanlık diye diye çoğu zamanında yöneticiler tarafından baskılara maruz bırakılan, hatta işlerinden atılma uğruna, gördüğü haksızlıklar karşısında susmayan insanları derinden yaraladığına eminim.

Siz anladığım kadarı ile genel geçer dedikodulara dayanan bir algı ile bu yazıyı yazmışınız.

Herhangi bir insan kaynakları uzmanından bu konuda bilgi almadığınız net olarak ortada. Bir başka gazete yazarı olsaydınız hiç de umurumda olmazdı. Fakat benim gözümde duruşu itibari ile Sözcü gibi bir gazetede gazetecilik etiğine aykırı bir şekilde yazılmış bu yazının çıkması çok üzüntü verici oldu.

Neden mi?

Biz insan kaynakları uzmanları, patronların kaşını gözünü beğenmedim diyerek işten çıkarmaya çalıştıklarında veya kendi eş, dost ve en önemlisi görüşüne yakın insanların işe alınması için ısrarcı davrandıklarında, gücümüz elverdiği ölçüde önünde durmaya çalışan insanlarız. Yapabildiğimiz, gücümüz yettiği ölçüde, haksızlığa karşı durabilmek için birleşmeye, etkin olabilmek için kendimizi de geliştirmeye çalışıyoruz.

Bu arada sadece işe alım yapmıyoruz. İşe aldığımız, hele ki son 10-15 yılda giderek kötüleşen, analitik yetkinlikleri %25 seviyelerinde azalan bir genç grubunu eğitmeye çalışıyoruz. Onları, topluma kazandırmak için, sıkıcı eğitimler yapmamak adına şekilden şekile girdiğimiz yöntemler bulmaya ve bunları uygulamaya çalışıyoruz. Patronlarımız kaşını gözünü beğenmediği için işten atmasın diye, şirket içinde gerek çalışanlar gerekse yöneticiler tarafından direnç ile karşılaştığımız performans sistemleri kurmaya çalışıyoruz.

Sosyal hakları hepsinin aynı olmasın, evlinin anaokuluna ihtiyacı vardır ama bekar da spor salonuna gitmek ister diye diye, sponsor arar gibi, yan hakları düzenleyip firmalarla anlaşmaya çalışıyoruz.

Kariyerlerini bir düzene sokalım, ne istediğini bilmeyenlere de biz yardımcı olalım diye yapmadığımız eğitim, etmediğimiz danışmanlık kalmadı.

Daha o kadar çok var ki aslında, bir haftalık sadece insan kaynakları ne yapar adı altında bir eğitim verebilirim.

Fakat biz tüm bunları gerçekleştirmeye, inandıklarımızı uygulamaya, olabildiğince ADALETLİ bir ortam oluşturmaya çalışırken, bir yanda, tüm bunlara maliyet gözü ile bakan patronlarımızı ikna etmek, diğer yanda güvenli alanından çıkmaktan korkan özgüveni düşük çalışanların direncini kırmak adına, her günümüz bıçak sırtında geçerken, bir de tirajı yüksek, belli bir kesimin, özellikle okuyan kesimin çok iyi takip ettiği bir gazetede bir de sizler tarafından arkadan bıçaklanmak gerçekten dayanılır gibi değil.

Kaldı ki, bu yazı sadece biz insan kaynakları uzmanları açısından değil, pırıl pırıl gözlerle belki yardım eden biri çıkabilir, biri sesimizi duyar diye, her gün bana yazan, umudumuz kalmadı, ne yapalım diyen gençlere de, oldukça karamsar bir tablo çizmekte. Ne yapsınlar? Çözümünüz nedir? Uyuşturucu, hırsızlık? Kız ise, evlensin mi? Bu gençlerin o kadar az bir kısmı öz güvene sahip ki, zaten o özgüvene sahip olanlar da, ya yurt dışına gidiyorlar, ya da dediğiniz gibi girişimcilik oyunlarına atılıyorlar. Evet 2-3 sene sonra kapatıyorlar dükkanı. Ama her bir adım onlar için bir umut, hepsi bir deneyim. Tüm bunları eleştirerek onların bu kaos ortamında ebeveynlerinin bile önünü göremediği bu sisli Türkiye’de ne yapmalarını bekleyeceğiz? Kim onlara yol gösterecek? Öyle ya da böyle ciddi biçimde işe giren, çalışan başka iş bulan ayrılan o kadar çok yığın var ki? Bunların tamamını yok saymak, diğerlerinin korkularına korku katmak, özgüvenlerini daha da azaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Çoğu zaman bu ülkeyi bırakıp gitmek istediğimde aklımda hep benim gibi susmayanları duyuyor olmak ve en önemlisi Atatürk bırakıp gitseydi ne olurdu diye düşünüp, ben yine iyisi mi elimden geldiği kadar, denize bir yıldız daha atayım düşüncesinde yaptığım işe daha sıkı sarılıyorken, araştırmadan, incelemeden, tamamen genel algılara dayalı, sokak arası kahvehanelerde okeye dönerken konuşabilecek türde dayanağı olmayan bir şekilde yazılan bu yazılar maalesef geleceğe dair kırıntı halinde kalmış olan umudumu ümidimi tamamen yıkıyorlar.

Artık tolere edecek sabrımız kalmadı. En azından kendi adıma kalmadığını söyleyebilirim.

İyi çalışmalar dilerim…

Murat Muratoğlu’nun yazısını okumak isteyenler

İnsan Kaynakları’nın sosyal medyada linç edilmesinin nedenleri ile ilgili yazımı okumak isteyenler tıklayabilirler.

Share Button