Gidiyoruz da nereye?

İnsan gezip gördükçe, özellikle yurt dışında çok çeşitli kültürleri deneyimledikçe, ister istemez kendi ülkesi ile diğer ülkeleri karşılaştırıyor.

Bizde turizm anlayışı da diğer sektörlerde olduğu gibi maalesef sadece para odaklı sürdürülüyor. Elbette turizmden para kazanmalıyız. Ve elbette para odaklı olmalıyız. Ama biri tuttuğunda, diğerinin, diğerinin ve diğerinin de aynı şekilde iş yapmaya çalışması aksine parayı getirmiyor.

Genelde doğudaki işsiz gençler, üç beş kuruş kazanma amacı ile yaz aylarında güney ve ege bölgelerimize akın ediyorlar.

Ucuz iş gücünü bulan plastik sandalye cafe ve restaurantları da bu gençleri asgari ücretten bile düşük paraya sigortasız, iş güvencesiz çalıştırıyor.

İngilizce olmamasını bir kenara bırakıyorum. Hayatlarında kısa etekli kolu açık kadını görmeyen bu gençler, yazlık yerlerdeki şortlar, mayolar bikiniler içerisinde gördükleri kızlara kapılıp iyi hizmetin sırnaşmaktan geçtiğini düşünerek gündüz garson gece jigolo (!) hayatı yaşamaya başlıyorlar.

Kadınlarla ilk defa bu tür yerlerde karşılaşan gençlerin, kendilerine gösterilen medeni insan ilgisini, onlara aşık olan sarışın ve rahat (!) kızlar olarak algıladıklarından, işin ucunu kaçırmamak için hiç bir nedenleri kalmıyor.

Hizmet (!) sektörü tüm bu hızı ile sürerken, aklı fikri “sarışını avlayıp”, “kapağı yurt dışına (!) atmak” olan bu esmerlerden, normal hizmet beklemek bizim gibi işi gücü yerinde sadece dinlenmek ve ara sıra da eğlenmek olan gibiler için tam bir eziyet halini alıyor.

Buna bir de onlar seviyor (!) diye bangır bangır açılan yabancı müzikler ile dolu cafe ve restaurantlar ile tekne turları da eklenince, iş çığırından iyice çıkıyor.

Buna aynı zihniyetin biraz daha imkanı olanlarının, ne kadar çok katlı büyük birbirinin aynı hotel o kadar çok turist sanan hükümet politikaları da eklenince, kıyılar giderek yeşilliğinin ve maviliğinin rengini euro ve dolara bırakıyor.

İşin hazin yanı gerçekten parası olan turist bu hengamenin içine girmektense dünyanın bir çok yerinde gerçek hizmet ve beton binalara dönüşmemiş doğal güzelliklerin keyfini çıkarmak için para harcıyor. Seyahat acentalarımız ise, yurt dışından rezervasyon yaptıranlara neredeyse üstüne para vereceğimiz paketlerle kelle sayısını artırıp, parasal girişi daha da azaltıyorlar.

Ülke turizmimizin tek kazancı, tüm yıl deli gibi çalışıp, 15 gün tatil için para biriktirip çoluk çocuk erkenden rezervasyon yaptırıp binlerce lirayı çok önceden tur şirketlerine bağlayan yine biz türklerden oluyor. Kendi paramız kendi içimizde dönüyor.

Çünkü bizim için de, yıl boyunca evden işe işten eve giden ve yenge, hala ziyaretlerinden başka sosyal hayatı olmayanların o 15 gün içinde, gece hotel gösterileri, gündüz havuz etkinlikleri derken eğlendikleri tatil anlayışı, birbirine benzeyen ve aslında birbirinden hiç ama hiç farkı olmayan binaların inşa edilmesine hız kazandırmış oluyor.

Bir gün o binaların çoğu boşalacak. Bir gün o binalarda tatil yapmak artık istenmeyecek, bir gün insanlar doğaya dönmek isteyecekler.

İşte o zaman o binalar yıkılıp yerlerine doğayı yeniden inşa etmek mümkün olmayacak.

Madem turizmden para kazanmak istiyoruz, o zaman hemen tüm inşaatları durdurmalı. Doğanın içinde yer alanları daha özel ve birbirinden farklı hale getirmeli. Her şey dahil sistemini bırakmalı. Turizm şehirleri ve kentlerindeki tüm turist ile iletişimi olan herkes eğitilmeli. Sahillere uzanan o tüm beton, ahşap vs iskeleler yıkılmalı.

Hizmet ve ingilizce eğitimi almamış kimse, turistik bölgede çalıştırılmamalı.

O plastik rezil sandalye ve şezlonglar yok edilmeli ki bunlar nasıl yok edilir gerçekten bilgim yok. Ama bu kadar plastik tüketen bir toplum olduğumuz için kendimizden utanmalıyız.

Hijyen kuralı uygulamayan işletmeye ciddi ceza kesilmeli. Ve sezon boyunca başına 15 günde bir değişen hijyen eksperi yerleştirilmeli. Her gün bu eksper o işletmenin hijyen kurallarına uymasını sağlamalı. Belli süre sonra uymayanlar için o işletme sahibi ve yakınlarının işletme açması engellenmeli.

Ama tüm bunlar için, turizm bakanlığının seferberlik ilan etmesi gerekiyor ki, bu da sanırım tüm bu şartlar altında mümkün değil.

O nedenle biz hâlâ tarım ülkesi olarak kalmaya ve hatta onun da elimizden kayıp gitmesine seyirci olmaya devam edeceğiz gibi görülüyor.

Share Button